top of page

Yusuf Hayaloğlu’nun Kaleminden “Ahmet Kaya”

Yazarın fotoğrafı: MeteMete

Ahmet Kaya şüphesiz hepimizin en içten, en samimi duygularla dinlediği, nevi şahsına münhasır bir sanatçıydı. Ahmet Kaya’yı ve onun zorluklarla geçen yaşamını bir de en yakın dostu, komşusu Yusuf Hayaloğlu’nun kaleminden tanıyalım.

“Ahmet Kaya’yı önce komşum olarak tanıdım. Bodrum’daki yazlığının karşısında otururken, arada sırada da olsa geldiğini görmek için pencereye çıkardım.

1153978_1920x1080-1024x576.jpg

Onu bana tanıtan olay ise, herkesin bildiği Magazin Gazetecileri Derneği’nin gecesinde yaşanan olaydı. Müziğini bilmiyor değildim, fakat yolda görsem de tanıyamazdım.

Daha sonra ortaokul sıralarında farkına vardım. Adını hatırlamadığım müzik öğretmenimiz sınıfa “Ahmet Kaya’yı dinliyor musunuz?” diye sordu. Sınıfta bir anda, hata yapmış da cezasını bekleyen öğrenci suratları oluştu. Hata yaptığını düşünen öğrencilerine dönen öğretmenimiz bizlere, “Sanatçılar müzikleriyle yargılanmalıdır. Düşünceleriyle değil. Sanatını beğenmeyebilirsiniz, dinlemezsiniz; ama Kürt diye, Laz diye veya bir başka milletten olduğu için yargılayamazsınız” dedi.”

Okulu Bıraktı, İşportacılık Yaptı

16 Kasım 2000’de öldüğünde daha 47 yaşında (28 Ekim 1957) olan Ahmet Kaya hakkında onlarca şeyler yazılabilir, söylenebilir.

Ahmet Kaya 1957 yılında Malatya’ya göç etmiş olan bir ailenin beşinci çocuğu olarak doğdu. Müzikle altı yaşında babasının hediye ettiği bağlama ile tanıştı. Okuldan geri kalan zamanlarında plak ve kaset satan bir dükkanda çalışmaya başladı.

Ailesinin geçim sıkıntısı çekmesi nedeniyle 1972’de İstanbul’a yerleştiler ve okulu bırakmak zorunda kaldı. Ahmet Kaya işportacılık ve çeşitli işyerlerinde çıraklık yaptı. Kaya’nın 14 yaşındayken yaşadığı bu büyük değişiklik onda derin izler bıraktı:

“Onlarla konuşmuyordum; çünkü onlarla konuşamıyordum. Giyimleri başkaydı, konuşmaları başkaydı. Onlar gibi konuşmaya çalışıyordum. Mesela terziye gidip onlar gibi pantolon diktirmeye filan başlamıştım. Terzinin yaptırdığı pantolonların üzerime uymadığını görüyordum. Onlara yakışıyordu bana yakışmıyordu. Bir kız vardı bizim okulda; herkesin bir aşkı vardır, çocukluk aşkı. Bir gün gittim dedim ki: ‘Biraz seninle konuşsak beş dakika, kaçıyorsun hep…’ Bana dedi ki: ‘Rica ederim.’ Öyle bir ağrıma gitti ki: ‘Ben de sana rica ederim’ dedim.. Ben o zaman anlamını bilmiyordum, yani onu bir küfür zannettim.”

On altı yaşında yasa dışı afiş basmaktan hapse atılan Ahmet Kaya, daha sonra birkaç arkadaşıyla birlikte Halk Birimleri Derneği’nin çalışmalarına katıldı. Bu çalışmaları sırasında çeşitli etkinliklerde bağlama çalmaya devam etti. Boğaziçi Üniversitesi’nde yapılan bir etkinlikte Ruhi Su ile tanışma fırsatı buldu ve “Mahsus Mahal” isimli Ruhi Su türküsünü söyledi.

1978 yılında Çanakkale’nin Gelibolu ilçesinde askerliğini yapan Ahmet Kaya, askeri orkestrada müzik çalışmalarına devam etti. Askerlik dönüşü Emine Kaya ile evlenen Kaya’nın 1982 yılında kızı Çiğdem Kaya doğdu.

Yine İşsizlik Ve İlk Albüm

İş bulamaması nedeniyle maddi sıkıntılar çeken Kaya, bu dönemde eşiyle ayrılmak zorunda kaldı. Maddi sıkıntılardan kurtulmak umuduyla, kendi deyimiyle “sistemin tersine hareket” ederek hapse girmeye çalıştı.

Uzun uğraşılar sonucu 1985 yılında çıkardığı “Ağlama Bebeğim” albümü, aynı yıl toplatıldı. 1985’te ikinci albümü “Acılara Tutunmak” için Metris Askeri Cezaevi’nde hapis yatan Selda Bağcan’ın kardeşi Sezer Bağcan ile çalıştı. Aynı dönem, Sezer Bağcan, 12 Eylül Darbesi ile cezaevine konan Gülten Hayaloğlu ile Ahmet Kaya’nın tanışmasına aracılık etti. Bu aracılığın bir önemi de Gülten Hayaloğlu, idam cezasına mahkum edilen Nevzat Çelik’in “Şafak Türküsü” şiirini Ahmet Kaya’ya iletti. Hayaloğlu tahliyesinin hemen ardından Kaya ile evlendi.

Yusuf Hayaloğlu, Ahmet Kaya’nın Gülten Hayaloğlu ile evlenmesini şöyle anlatır:

“Ahmet Kaya, damatla alakası olmayan bir damat adayı olarak girdi hayatıma. Kız kardeşim Gülten’le işi pişirmişler. Gülten getirip bana tanıştırdı. İlk görüşmeye kucağında rakı şişesiyle gelince daha baştan kanım ısındı. Sonra uzun bir yolculuğa çıktık üçümüz. Resimlerle, şiirlerle, bestelerle beslenen; seyahatlerle, konserlerle, çekimlerle süslenen ve kavgalarla, kırgınlıklarla, ayrılıklarla uslanan ve fakat en derin yürek hücrelerine kadar sızmış muhteşem bir dostluğa yaslanan bir yolculuk bu… Ama heyhat! Olmasaydı sonumuz böyle!”

İkinci albümünün yayınlanmasıyla büyük kitlelerce tanınmaya başlayan Ahmet Kaya 1986 yılında “Şafak Türküsü” albümünü yayınladı. Bu albümde tüm şarkıların bestesini yapan Ahmet Kaya, yine 1986 yılında “An Gelir” albümünü çıkardı. Ahmet Kaya’nın ikinci kızı Melis Kaya da 1987 yılında dünyaya geldi.

Yusuf Hayaloğlu – Ahmet Kaya İkilisi

Gülten Hayaloğlu’yla evlendikten sonra kardeşi Yusuf Hayaloğlu ile büyük bir dostluk kuran Ahmet Kaya, sözlerinin çoğunluğunun Yusuf Hayaloğlu’na ait olduğu “Yorgun Demokrat” adlı albümünü 1987 yılında yayınladı.

1988 yılında sadece iki şarkının söz yazarlığını Hayaloğlu’nun yaptığı ve diğer sözlerin tanınmış şairlerin şiirlerinden oluşan “Başkaldırıyorum” albümünü çıkaran Kaya, bu albümünün ardından da 1989 yılında sadece bağlama ve vokal ile oluşturduğu konserlerinden bir derleme olan “Resitaller-1” derlemesini yayınladı. Kaya aynı yıl albümünde yer alan birçok parçanın sözlerini Hayaloğlu’nun yazdığı “İyimser Bir Gül” albümünü çıkardı. 1990 yılında “Resitaller-1”in devamı niteliğinde olan “Resitaller-2” albümünü yayınlayan Kara, aynı yılın Ekim ayında çeşitli şairlerin şiirlerinden oluşan “Sevgi Duvarı” isimli albümünü çıkardı.

Kaya, 2 milyon 800 bin adet satılan “Şarkılarım Dağlara” albümü ile rekor kırdı. Ancak Kaya’nın bu albümü, “Özgür Çağrı” isimli şarkısındaki “Abin bir gün dağdan döner, sarılırsın yavrucağım” sözleri nedeniyle toplatıldı ve konser vermesi yasaklandı.

1990 yılında “Tatar Ramazan” ve 1992 yılında “Tatar Ramazan Sürgünde” filmlerinin müziklerini yapan Ahmet Kaya, 1994 yılında prodüksiyonunu Gülten Kaya ve Yusuf Hayaloğlu’nun yaptığı Kanal D’de yayınlanan sadece 13 hafta süren “Ahmet Abi’nin Vapuru” programını yaptı.

Bitmeyen Suçlamalar

10 Şubat 1999’da Magazin Gazetecileri Derneği’nin (MGD) ödül töreninde “Yılın En İyi Sanatçısı Ödülü”nü alan Ahmet Kaya, ödül konuşmasında, Ben bu ödül için İnsan Hakları Derneği’ne, Cumartesi Anneleri’ne, tüm basın emekçileri ve tüm Türkiye halkına teşekkür ediyorum. Bir de bir açıklamam var. Şu anda hazırladığım ve önümüzdeki günlerde yayımlayacağım albümde bir Kürtçe şarkı söyleyeceğim ve bu şarkıya bir klip çekeceğim. Aramızda bu klibi yayınlayacak yürekli televizyoncular olduğunu biliyorum, yayınlamazlarsa Türkiye halkıyla nasıl hesaplaşacaklarını bilmiyorum. dedi.

Kaya’nın bu sözleri üzerine davetlilerin bir kısmı tepki gösterip, küfür etmeye başladılar ve kendisine çeşitli eşyalar fırlattılar. Kaya, MGD görevlileri tarafından kongre salonundan olağanüstü güvenlik önlemleriyle dışarıya çıkartıldı.

Bu olayın hemen sonrasında 1993 yılında Berlin’de Kürt İşadamları Derneği’nin düzenlediği bir gecede verdiği iddia edilen bir konsere ilişkin fotoğrafların “Vay Şerefsiz” manşetiyle Hürriyet gazetesinde yayınlanması üzerine “Bölücü PKK örgütüne yardım ve yataklık yaptığı ve halkı ırk farklılığı gözeterek kin ve düşmanlığa tahrik ettiği” iddiasıyla hakkında İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde (DGM) toplam 10,5 yıl ağır hapis istemiyle iki ayrı dava açıldı.

Ahmet Kaya’nın yakın arkadaşı Cevat Korkmaz o günleri HaberTürk gazetesine şöyle anlattı:

“Etiler’deki evi terk etti, Levent’teki stüdyoya yerleşti. Stüdyoda da bir divan vardı. Demo’larını orada dolduruyor, orada yatıp orada kalkıyordu. İkimiz orada kalıyorduk. Divana o yatınca ben ayakta kalıyordum, ben yatınca o kalıyordu. Ben çekip gidiyordum, ben gitmeyeyim diye gidip bana şişme yatak aldı. Yatağı şişiriyorduk. O divanda, ben yatakta… Süreç uzadıkça onun psikolojisi bozulmaya başladı. Tam o sırada Ertuğrul Özkök’ün ‘Ayıp ettin gözüm’ yazısı çıktı… Bu yazı onun hayatında dönüm noktası oldu. ‘Bu yazıdan sonra artık hiçbir şey benim için eskisi gibi olamaz. Benim ipimi çektiler’ dedi. O günden itibaren sürekli yurt dışına gitmeyi kurgulamaya başladı. Nereye gideceğini bilmiyordu. Önce Almanya’ya gitmeye karar verdi. Beni de beraberinden götürecekti. 15 bin Mark yatırdı, 1 haftada bana vize aldı. Stüdyoda kaldığı 3-4 aylık süre içinde, hiçbir arkadaşı onu aramadı. Sanki cüzamlı biriymiş gibi herkes ondan kaçıyordu. Yakın arkadaşlarından hiçbiri onu ziyaret etmedi. Sadece bir kez Suavi geldi ziyaretine. Hiçbir sanatçı arkadaşı ona destek ziyaretinde bulunmadı. Cenaze günü onun evinde gördüğüm hiçbir arkadaşı o dar günlerinde yanında olmadı. Öldükten sonra hepsi timsah gözyaşı dökmeye başladı. Herkes ‘Beni de ilişkilendirirlerse sonum olur’ diye düşünmüş olmalı. Yargılamaları sürerken, bir celse hariç bütün duruşmalarına girdim. O yurt dışındaydı, eşi Gülten ile birlikte yalnız başımıza mahkemedeydik. Gideceğini ben de dahil olmak üzere hiç kimseye söylemedi. Eşiyle çok özel bir konuşma yapıp yapmadığını bilmiyorum ama sanırım gidişi eşi için de sürpriz oldu. Çünkü onun kafasında da gidip kalmak yoktu. Planlanmış bir dizi konser vardı. Onları yapıp gelecekti. Yurt dışına gittikten sonra, onu orada kalmaya ikna eden bir şey oldu. Telefonda bana şimdilik dönmeyi düşünmediğini söyledi. Henüz yerleşeceği ülkeyle ilgili kararını vermemişti. Sonra Fransa’yı daha çok yakıştırdı kendisine.”

16 Haziran 1999’da Türkiye’den ayrılan Ahmet Kaya, yargılamaların sonucunda gıyabında toplam 3 yıl 9 ay ağır hapis cezasına çarptırıldı. Daha sonra bu görüntülerin düzmece olduğu belirlendi.

1999 yılında Münih’de PKK yanlıları tarafından düzenlendiği öne sürülen konserde “Arabamı o şerefsizlerin memleketinde bıraktım” dediğini iddia eden Hürriyet gazetesi haberi için hakkında DGM tarafından bir kez daha soruşturma başlatıldı.

9 Şubat 2000 yılında Zaman gazetesine verdiği röportajda “Ben 3 tane şerefsizin yüzünden ülkemde arabama bile binemedim dedim” diyerek yalanladı.

1999’da Almanya’nın Münih şehrindeki Barış, Demokrasi ve Özgürlük Festivali isimli organizasyonda söylediği ve içinde “Kürdüz ölene kadar, Vallahi biz dostu özledik, Kürdüz sonuna kadar, Vallahi Apo’yu özledik” sözleri geçen “Kürdüz ölene kadar” şarkısı nedeniyle eleştirildi.

1999 Mart ayında Ordu Valiliği, Ahmet Kaya’nın kasetlerinin kentte satılmasını ve bulundurulmasını yasakladı.

Ahmet Kaya, yasal suçlamaların yanı sıra çeşitli kesimlerce lüks içinde yaşarken yoksulluk edebiyatı yapmakla suçlandı. Bu eleştirilerle ilgili olarak yöneltilen bir soruya şu şekilde yanıt verdi:

Benim hiç Mercedes’im olmadı. Şimdiki arabam Mercedes’ten daha pahalı, cip olduğu için gözüne batmıyor insanların. Salaklaşmamak lazım; bunlar önemli şeyler yani. Biz insanların yoksulluğunu savunmadık. Bizler yaşamımız boyunca insanların zenginliğini savunduk. Yani ben cipe binsem, Mercedes’e binsem; bunlar önemli şeyler midir? Ben tarihin yüklediği misyonu yerine getiriyor muyum? Bu önemli. Tam 30 sene aç yaşadım bu ülkede, 30 yıl boyunca. Bütün lokantaların kenarlarına gidip, o lahmacunların nasıl çıktığına baktım. Artık ben bu saatten sonra bunu yerim ve kimse bunu engelleyemez…”

Ölümü Ve Sonrası

Ahmet Kaya, 16 Kasım 2000 yılında “Hoşçakalın Gözüm” isimli albümünün kayıtlarını yaparken, Paris’in Porte de Versailles semtindeki evinde bir gece kalp krizi sonucu hayatını kaybetti.

17 Kasım 2000’de 30 binin üzerinde kişinin katıldığı törenle Paris’in Peré Lachaise mezarlığına defnedildi.

Yine Cevat Korkmaz Kaya’nın ölümüne ilişkin şunları söyledi:

“Annesi ve babası kalpten gitmişti. Ailede vardı. Sadece ben 5-6 kez onu hastaneye götürmüşüm. En son Ankara’da konser öncesi götürdüm onu. Bütün gün eli nabzında dolaşırdı. Annesi ve babasının akıbeti onda ciddi bir travma yaratmıştı. Rahmetli 1.70 boyundaydı, öldüğünde 120 kiloyu aşmıştı. Zaten sıkıntısını dağıtmak için çok içki içiyordu, günde 2-3 paket sigara bitiriyor, durmadan yemek yiyordu. Yemek yemiyor, intihar ediyordu. Rahmetli hep, “Bir gün bir roman yazalım, romanımızın adı ‘Yiyerek Ölenlerin Romanı’ olsun” derdi. Genetik kalp rahatsızlığı olmasa bile bu durum onu felakete götürmek için yeterliydi. Böyle bir yaşam biçiminin onu ölüme götüreceğini tahmin etmemesi mümkün değildi.”

Ölümü Sonrası Artan Kıymeti

2002 yılında Ahmet Kaya’nın şarkılarını 20 ünlü sanatçının söylediği “Dinle Sevgili Ülkem” isimli bir albüm yapıldı.

Magazin Gazetecileri Derneği’nin gecesinde duyurduğu Kürtçe “Karwan” (Kervan) parçasının ve klibinin de bulunduğu “Hoşçakalın Gözüm”, “Biraz da Sen Ağla” albümü yayımlandı.

Père Lachaise Mezarlığı 71. bölümünde bulunan mezarı 2003 yılında tekrar düzenlendi. Ağırlığı 3,5 tonu bulan mezarının üzerinde kardelen motifleri, enstrümanlar, Kastamonu yazması deseni, İstanbul silueti, şarkı sözleri ve büstü yerleştirildi.

Eşi Gülten Kaya tarafından yayınlanmayan şarkılarından oluşan “Kalsın Benim Davam” ve “Gözlerim Bin Yaşında” adlarında dört albümü daha yayınlandı.

4 Eylül 2007’de Türkiye’de kendi ismine açılan tek yer olan “Ahmet Kaya Halk Evi” Batman’da açıldı.

2009 yılında AKP hükümetince mezarının Paris’ten Türkiye’ye taşınması konusunda fikirler ortaya atılsa da, Ahmet Kaya’nın kabri halen Paris’in Père Lachaise Mezarlığı’nda yer almakta.

Haziran 2012’de Magazin Gazetecileri Derneği tarafından “Ahmet Kaya Özel Ödülü” verileceği açıklandı ve ilk ödül Kaya’nın bağlamacısı Ümit Yılmaz‘a verildi.

28 Ekim 2013’de “Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülleri”nde “Müzik” alanındaki ödül Ahmet Kaya‘ya verildi.

İşte benim tanıdığım Ahmet Kaya buydu. Onun 47 yıllık ömrünün sadece bir kısmına tanıklık edebilmiş olsam da, yaşasaydı bana “Gözüm” demesi mutlu ederdi.

Comments


Öne Çıkanlar

En Güncel Haberler

Küresel haberleri doğrudan gelen kutunuza getirin. Haftalık bültenimize kaydolun.

Hayatı Ti'ye Aldın. Aramızda Yerin Var :)

  • Instagram
  • Facebook
  • Twitter
  • Youtube
bottom of page